TEVHİD VE ŞİRK (İNSANLIK TARİHİ)-5
Şirk koşanlar pisliktir.Tevbe 28
Bu kişinin ruhunu pislik sarmıştır.Düşüncesi, bakışı saf olmaz.Hayatı değerlendirmeleri, hayatlarının hedefleri temiz niyetler üzere olamaz. Esasen böyle bir şey de onlardan beklenemez.
Bu nitelikler müşrik olanların niteliği iken bizlerde kendimizi tevhid ehli olarak tanımlayıp onların niteliklerini taşımakta değil miyiz?
Hayat tarzımız, hayattan beklentilerimiz, önceliklerimiz ve değer verdiğimiz, önem sırasında başat olanlara baktığımızda halimiz içler acısıdır.
Çünkü tevhitten ciddi manada uzaklaşmışlık durumumuz vardır.islam alemi denen ülkelerde olsun kendimizde olsun tevhidi birleme olarak değil parçalama olarak pratiğe yansıtmışız.
Şimdi siz Kitap’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezillikten başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise böyleleri azabın en şiddetlisine itilir. Allah, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir. Bakara 85
Namaz kılar, oruç tutar, zekat verir ve hacca gideriz. Ama hayatımıza Allah’ı karıştırmayız. Ticaretimizde o yoktur. Aile ilişkilerinde, yetimlerle olan ilişkide, yoksul ve fakirler ile olan ilişkide, , hayatımızın hedefinde, planlarımızda..
Birilerini devreye sokup onların bizi kurtaracağına umar, onların varlığın işlerini düzenlemede yetkili olduğunu zannederiz. Yardıma muhtaç olduğumuzda, ölülerden medet umar, onları yardımcı ediniriz. Bir takım insanlara kayıtsız şartsız, meyyitin gassal önündeki hali gibi teslimiyet içinde olur, Allah gibi sever, Allah gibi korkar, Allah gibi azap edeceğini zannederek onlara hayatımızda müdahale alanları açarız.
Ama hala tevhid ehli olduğumuzdan bahsederiz.
o halde şirk, Allah’a ortak koşma şekilleri nelerdir?
Şirk ilk önce şeytanla başlamıştır.Şeytan Rabbin emrine karşı gelmekle ilk şirki işleyen olmuştu.
Allah buyurdu: “Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi?” İblis dedi: “Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.” Araf 12.. Çamur olarak yarattığın kişiye boyun eğer miyim hiç?” İsra 61
O ilk ırkçılık yapan olarak nefsini Allahın emrinden üstün tutmuş, Hatta Allah’a karşı kendince deliller getirerek ben daha bilgiliyim dercesine tuğyan(Azgınlık) etmişti.
Allah dedi: “Ey İblis, iki elimle yarattığıma boyun eğmekten seni alıkoyan neydi? Burnu büyüklük mü ettin, yoksa yücelenlerden mi oldun?” Sad 75 ….O, kibre sapmış ve inkârcılardan olmuştu. Sad 54
Bunu yaptıktan sonra şirki tüm insanlara yaymayı kendisine hedef edinmişti.O, tüm apaçık bir şekilde varlığını buna adadı.
…..Ben de onları saptırmak için her halde senin doğru yoluna oturacağım, sonra onlara önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım, sen de çoğunu şükredici bulmayacaksın. Araf 16-17
….., yeryüzünde onlar için mutlaka süslemeler yapacağım ve onların tümünü kesinlikle azdıracağım.” Hicr 39
Bu süsleme hedefini ademde, Allahın ağaca yaklaşmama emrine karşı onu isyana çağırarak yapmıştı. onun nefsine hoş ve süslü gelen dünyaya meyil ile ebedi yaşama arzusuna vurgu yaparak yapmıştı ve hala da yapmaktadır.
Derken, şeytan ona şöyle diyerek vesvese verdi: “Ey Âdem! Sana, sonsuzluk ağacıyla eskimez, çökmez mülk ve saltanatı göstereyim mi?” Bunun üzerine ikisi de ondan yediler, ….. Âdem rabbına asîy oldu da şaşkın düştü. Taha 120-121
Ama ademi adam yapan tevbesi iken iblisi şeytan yapan azgınlığında direnmesi idi. Ama yine insanlar döndü ve şeytanı dost edindiler.
….., şimdi siz beni bırakıp da onu ve zürriyyetini kendinize evliya mı ittihaz ediyorsunuz onlar size öyle düşman iken? …..Kehf 50
İş bitirilince şeytan onlara şöyle dedi: “Allah size hak bir vaatle vaatte bulundu, ben ise vaat ettim ama vaadimden caydım. Benim sizin üzerinizde bir sultam yoktu. Sizi davet ettim, siz de bana uydunuz. Hepsi bu. Şimdi beni kınamayı bırakın da öz benliklerinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Aslında ben sizin, daha önceden beni şirk aracı yapmanıza karşı çıkmıştım. İbrahim 22
Şeytan bu saptırmayı çeşitli süreçler ile yaparken, insanın aklını alarak nasıl yaptığına baktığımızda Dört terim adlı kitabında Mevdudi;
ilahı, yeryüzünde arayan insanlar, dağlara, nehirlere, ağaçlara ve faydalı-faydasız şeylere gönül verip bağlandılar. Tenasül uzuvlarına dahi tapanlara rastlandı. Ateşe taptılar, havayı yücelttiler. Kısacası gözleri yalnızca etraflarındaki manzaranın birer parçasına takılıp kaldı. Biraz daha doğru düşünebilenler, yerlerdeki bu ilahlardan hoşlanmadılar. Hatta bu ilahların başka şeylere kulluk ettiğini de sezmekte gecikmediler. Hayat ve varlıklarını devam ettirebilmek için başka üstün bir güce muhtaç olduklarını gördükleri için “Bu ilahların ne gibi bir özellikleri vardır? Bize ne oluyor ki, onlara boyun eğip, ibadet edelim?” diye düşündüler ve gözlerini gökyüzüne çevirdiler. Aradıkları ilahı gökyüzünde bulmaya çalıştılar, fakat yeni bir yanlışa düşmekte de gecikmediler. Alevlenen güneşi, parlayan ayı, yıldızları görüp “işte ibadete layık olan ilahlar bunlardır” diyerek onlara ibadet etmeye başladılar.
Diğer bir kısım insanlar da gökyüzünü, yeryüzünden pek farklı bulmadılar. Güneş, ay ve yıldızların, yücelik, büyüklük itibarıyla yeryüzündeki diğer varlıklardan üstün görünüyor olmalarına rağmen, kendi hür iradeleriyle herhangi bir iş yapma gücüne sahip olmadıklarını gördüler. Bunlar ancak sağlam bir nizam ve belirli bir kanun altında kendilerine çizilen rotada bulunmaktan başka bir şey yapamayan varlıklar idi. Örneğin güneş, üstün azamet ve büyüklüğüne rağmen, bugüne kadar doğu yerine batıdan doğmamıştır. Yörüngesini birazcık olsun değiştiremez. Aya gelince o da bu güne kadar hilal iken kendi isteğiyle aniden dolunay olma gücünü gösterememiştir. Nitekim diğer gezegenlerden herhangi birisi de kendisine takdir edilen yörüngeyi terkedememiştir. Bu insanlardan bir kısmı daha sonra gök cisimlerinin bütün büyüklüklerine rağmen bir yere kulluk bağıyla bağlı olduklarını görerek gökyüzünden de yüz çevirdiler.
Hatta bazıları akıllarını biraz kullanarak bunların sınırlarının olup,ancak insanın korkularının bunları ürettiğini, zayıflık ve özgüven eksikliğinden dolayı bunların çıktığını söyleyerek bunların ilahlarını reddetti.Ama o da hududu aşarak insana aşırı bir değer vererek onun tümü ile özgür olduğunu ,kimsenin onun üzerinde olmadığını söyleyerek ilahı reddetti ama bu sefer insanı ilah yerine koydu.
Nuh as kavmine baktığımızda,
“Elçi ile gönderilen dine” isyan edip, güçlü olduğunu zannettiklerine itaat ettiler. Aslında isyan etmeleri gerekene itaat,itaat etmeleri gerekene isyan ettiler.
Nûh dedi ki: “Rabbim! Onlar bana isyan ettiler de malı ve çocuğu kendisine hüsrandan başka bir artış getirmeyen kişiye uydular.”Nuh 21
Ve sakın ilâhlarınızı bırakmayın ve sakın bırakmayın ne Veddi, ne Suvâı, ne de Yeğûsü ve Ye’ûku ve Nesri dediler Nuh 23
Nuh elçinin tek tek sözünü ettiği bu unsurlar kimine göre salih kullar iken bunlar ile temsil edilen manalar hala geçerliliğini sürdürmektedir.
Vedd, sevgi ve aşkı temsil eden bir ilah olarak görülürken sevginin kaynağı olan Allah’tan sevgi ve aşk uzaklaştırılmıştı. Bununla birlikte sevgi ve aşk asıl sahibine değil,haddi aşar bir şekilde mala,oğula,aşirete, işe ve meslekler ile karşı cinse yöneltilmiştir.
Hatta karşı cinse olan aşk şarkılar ve diziler ile televizyon ,şiir ve edebiyatın konusu olan bir ilah gibi ortaya çıkarılarak eros diye bir putu dahi insanlar fiziksel bir varlık haline getirmişlerdir.
Suva, genişlik ve bolluk verdiğine ya da nesli verdiğine inanılan put olarak, sıkıntıyı açan zorlukları kolaylığa eviren biri ya da birileri olarak görülendir.
İşte bu minvalde kişi kendisine genişlik ve bolluk veren olarak;
Adamlarını,ekmeğini yediği patronunu, makamını,mevkiisini.
Arkadaşını,eşini ve çocuğunu, doktorunu, paralarının veya altınlarının sesini kabul etmekte ve bunlarla ferahlandığına inanmaktadır.
Yeğus,bereketli yağmur…Kendisine bunu vereni değil,verileni yakın hisseder onu yar edinir de ona karşı bir vedd besler de onu Allahtan ayrı kendi başına ya da onunla beraber bir ilah olarak kabul eder.Ona yakınlaşmaya vesileler arar.Onu, kurtuluş, bolluk ve bereket verici olarak görürde Allah’ı yar etmesi gerekirken ona karşı aşırı sevgiden Allah’ı arkasına atar. Şu anda dahi gavs olarak anılan insanlar kendilerini tevhid dininin mensubu olarak görürken onları da bu konumda görenlerin sayısı da hiç azımsanmayacak kadar çoktur. Ne ilginçtir ki gavslığa karşı mücadele eden bu din gavsların din olmuş…
Kendisine Allahtan başka bereketler verici olarak gördüğü her şey onun yeğusudur..
yeuk, kendisini koruduğuna inanıp sığınılan olarak gördükleri uydurma nesne ve varlıklar.
Bunlara verilen bu nitelik ile onları yanlarında hissedip kendilerine yakın olmayı istedikleri ya da yakın olmayı arzuladıkları yavuklularıdır.Oysa Allah onlara şah damarından daha yakın, ona sığınmaları gerekirken onların ondan kendilerini uzaklaştırarak edindikleri yavukluları onlar tarafından elleri ile icad edilmiş olan bir üretim hatasından başkası değildi.
Şeyhini,gavsını veya salih kişileri kendisine sığınılanlar olarak görenler ya da Sizin himmetinizle, sizin sayenizde diyenler.Yetiş ya ….diyerek aslında yeuklarına bağlılığı ifade etmektedirler.
Nesr,göklerin ilahı tanımı ile ortaya çıkan bir kavram olarak Allah’ın göklerin ve yerin ilah olması niteliğini parçalayarak onun Alemlerin Rabbi olmasını sınırlandırarak göklerin yaratılış ve işleyişi ile onun diğer yaratılmışlar ile ilişkisini başka ya da yardımcı bir takım güçler uydurarak düzenlendiğinden bahsederler.Bu, aynı şimdiki bir takım insanlara atfedilen güçler ile aynı manaya gelir.Gökteki işleri düzenleyen idris, hızır, isa elçiler ile,gavs vs. ad altında yeni nesr’ler ihdas edilmiştir.
El ibriz de gavsın ya da insanı kamilin haberi olmadan bir kedi fareyi yakalayamaz.der.
Share this content:
Yorum gönder